Aile İçi Şiddet

Aile içi şiddet, dünyanın her yerinde ve ülkemizde hem beden hem ruh sağlığını tehdit etmektedir.  Buna karşılık, tıbbi dizin tarandığında bugüne kadar bu soruna hemen hemen hiç yer verilmediği görülmektedir. Psikiyatrik dizin ise saldırganlığı kapsamlı biçimde tartıştığı halde, şiddetle ilgili makalelerin sayısı son derece kısıtlıdır. Hele aile içi şiddetle ilgili yazılar daha da azdır. Aile içi şiddette, çoğunlukla kadın olmak üzere eşler, çocuklar, kardeşler, yaşlılar, bakıma gereksinimi olan özürlüler hedef alınabilmektedir.

Kadın Olmak

Ekonomik, politik ve toplumsal etmenlerin yanı sıra, bazı psikolojik etmenler de kadınları şiddet karşısında daha savunmasız kılmakta ve çok ciddi örselenmelere yol açmaktadır (Aslan ve Avcı 1994). Bunlar arasında preödipal gelişimdeki cinsiyete bağlı farklılıklar, özgüvenin düzenlemesi ve kimlik algısındaki ilişkisel etkenlerle, kadınların saldırganlığı ifade etme biçimlerini etkileyen toplumsal etkenlerin psikolojik rolü sayılabilir.

Kadınların ve erkeklerin gelişimsel yaşantılarındaki farklılıklar, kadının ve erkeğin yaşamlarında ilişkilerin yerini belirlemede rol oynar. Kadınların erken kimliklerinin önemli bir yönünü başkalarıyla ilişkiler oluşturmaktadır. Erkekler ise kimliklerini büyük oranda kendilerini ayrı ve otonom görmek üzerinden oluştururlar (Peck 1986). Bu durumda, kadın kimliği ilişkileri koparmaktan ziyade, tamir etmeye yatkındır. Oysa kız ve erkek çocuklar, hem anneyle hem babayla özdeşim yaparak büyürler. Hepimiz içimizde kadına ve erkeğe atfedilen özelliklerin dengeli bir karışımını barındırırız. Sağlıklı erkekler aynı zamanda, yapıcı ve onarıcıdırlar. Sağlıklı kadınlar da aynı zamanda, gereğinde hayır ya da dur diyebilirler, yürümeyen ilişkilerini bırakabilirler.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, kadınlar erkeklerden daha fazla oranda, kendilerini ilişkileriyle tanımlarlar ve dış dünyada ilişkileriyle tanımlanırlar. Bu ilişkisel bağlar, birçok kadın için özgüvenin düzenlenmesinde önemli rol oynar (Peck 1986). Bu nedenle, bazı yazarlar kadınların istismar ilişkilerinden kendilerini kurtarmalarının daha zor olduğunu ima etmektedirler (Nadelson 1996). Ancak, bu görüşlere yalnızca kısmen katılmak mümkündür. Çünkü burada kültürel etkenleri ayrı bir parametre olarak dışarıda tutmak olası görünmemektedir. Bir yandan, bazı kültürel etkenlerin gelişim sırasında özdeşim süreçlerini etkilediğini gözden kaçırmamak gerekirken, bir yandan da, yine bazı kültürel ve toplumsal etkenlerin bu varsayımlara damgasını vurduğunu unutmamak gerekir.

Kuşaktan Kuşağa Aktarılma

Sorunun can alıcı noktalarından bir diğeri, kuşaktan kuşağa aktarılma özelliğidir. Aile içinde şiddete maruz kalan çocukların çoğu, büyüdüklerinde şiddet uygulayan eşlere ya da ana babalara dönüşmeseler de, şiddet uygulayan yetişkinlerin büyük bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma öyküsü saptanmıştır (Kaufman ve Zigler 1987). Kuşaktan kuşağa aktarılan, her zaman basitçe şiddetin kendisi değil, bu durumu çevreleyen duygusal atmosferdir. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, kişinin tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan ruhsal yapı, çoğu kez yine çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı yaratmaktadır. Aile içi şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılmasında saldırganla özdeşim düzeneği önemli yer tutar ancak bu görüngüyü yalnız bu düzenekle açıklamaya çalışmak, basite indirgemek olur. Son yıllarda, aile içi şiddet uygulayanların büyük bölümünün, kendisi doğrudan şiddet gören çocuklar arasından değil, ana babaları arasındaki şiddete tanık olanlardan çıktığı düşünülmektedir (Hamilton 1989). Ailede ya da dışarıda çocuk için önemli olan bir kişi, bir başkasına, yineleyici biçimde şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi, doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir.

Ana baba çocuğun bağlanma nesneleridir. Çocuk annenin gözünde, düşünceleri, duyguları, inançları ve arzuları olan, davranışları bunlarla belirlenen bir varlık olabilmelidir. Çocuk büyüdükçe, giderek bunun daha çok farkına varacak ve bu durumu içselleştirecektir. Fiziksel ve duygusal kötüye kullanıma uğrayan çocuklarda ise, gelişim için gerekli olan bu yaşantı eksiktir. Ana baba olarak tutarlı ve sürekli biçimde, düşünceli/anlayışlı bir tutum sergilemek bir yana, anne ya da babanın çocuk hakkındaki düşünceleri, sıklıkla iyi niyetten yoksundur, hatta dayak gibi kötü niyetler içermektedir. Çocuk, nesnesinin yani ana babasının kendi hakkında ne düşündüğünü kavramaya çalışırken, kendisini güvende hissetmemektedir. Bu durum tekrarlandıkça, çocuk insanlarla ilişkisinde kendisini güvende hissetmez olur. İleride bu duygular, yaşanılan zaman diliminin gerçeğine uymasa da, kolayca tetiklenecektir. İşte o zaman, geçmişe ait güvensizlik duyguları bugünün tepkilerini belirleyecektir. Öte yandan çocuk varsaydığı düşmanlığa karşı kendisini korumak istemektedir. Kendini ifade etme ile saldırganlık eş hale gelir.

Başkalarının duygu ve düşüncelerini dikkate alabilme ve eşduyum yapabilmedeki yetersizlik, saldırganlığın engellenmesini de azaltır. Çünkü artık kişi için kurban, düşünceden, duygudan ve gerçek acı çekme yetisinden yoksun biri haline gelmiştir. Kişi, en azından o sırada, karşısındakinin ruhsal durumunu kurgulayamamakta, göz önüne alamamakta, davranışını buna göre ayarlayamamaktadır. Böylece şiddetin kapısı açılır. Burada tanımlanan saldırganlık türü, görüngüsel olarak sadizmden ayırt edilebilir. Sadizmde, haz duyabilmek için, karşıdakinin duygularını hayal edebilme yetisinin bulunması gerekir. Yukarıda tanımlanan türden saldırganlıkta ise, saldırgan hedef aldığı kişinin psikolojisini hesaba katmamaktadır. Bu bireyler (saldırganlar) aslında yakınlık aramakta, fakat sonra birdenbire kendilerini kötülük yapan, tehdit eden, saldırgan bir nesnenin tuzağına düşmüş gibi hissetmektedirler. Planlanmadan ortaya çıkan saldırganlığın belirli bazı özellikleri vardır. Şiddetten hemen önce içeride tutulamayacak bir gerginlik hissedilir. Öfke anlaşılmaz biçimde tırmanır. Kurban, tehdit olarak algılanır. Şiddet eylemi sırasında kontrol kaybı yaşanır.

Her iki cinsiyetteki saldırganlığın da, katlanılamaz düşlemlerden (fantazilerden) kurtulma çabasıyla ilgili olduğuna inanmaktadır. Bunlar bir başkasının zihnindeki düşüncelerle ilgili düşlemlerdir ve özgün olarak anne ya da babadan birinin düşünceleridir. Kişi bu düşlemleri nedeniyle, kendisini birdenbire tehdit eden bir sistemin içinde bulmaktadır. Aile içi şiddette saldırganların çok sık dile getirdikleri, ''sanki mahsus yapıyor'' ya da bilerek yapıyor'' cümleleri gibi. Annenin çocuk hakkındaki düşünceleri, çok daha erken dönemlerden itibaren, çocuğun zihninde temsil edilmeye başlanır. Babanın düşünceleri ise, gerek kız gerekse erkek çocuk için, dışarıyı temsil eder. Babanın düşünceleri dışarıyı temsil ettiği için, katlanılamayan bu varlık, kişinin içinde değil, dışında, yani babayı temsil eden başka insanlarda ya da nesnelerde hissedilecektir. Bu durumda kadın, kendi zihnindeki anneden kurtulmaya çalışmaktadır, saldırganlık kendisine yönelmiştir. Erkek ise, saldırganlığını başkalarında temsil edilen babanın düşüncesine yöneltmektedir. Eğer erkek için de, katlanılamayan zihinsel varlık anne ise, kaçış yolu tıpkı kadında olduğu gibi intihar olabilmektedir. Yani saldırganlık kendisine yönelmektedir.

Aile içi şiddetin dünyada ve Türkiye'de önemli bir sağlık sorunu olduğu bilinmektedir. Son 15-20 yılda, dünyanın her yerinde, eş şiddetiyle ilgili çok sayıda araştırma yapılmıştır. Tüm dünya nüfusunu temel alan 48 çalışmanın verilerine göre, Dünya Sağlık Örgütü (Krug ve ark. 2002) kadınların eşleri ya da partnerleri tarafından şiddete uğrama oranını % 10-69 arasında bildirmiştir. ABD'nde acil servislere başvuran kadınların % 11-30'unun eş ya da partner tarafından yaralandığı bildirilmiştir (Grisso ve ark. 1999). Hindistan'da, değişik çalışmalarda, eş şiddeti % 20-75 arasında bildirilmiştir (Martin ve ark. 2002). Ülkemizde, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1995), ailelerin %34'ünde fiziksel şiddet, % 53'ünde sözel şiddet olduğunu ve çocukların % 46'sının fiziksel şiddet gördüğünü bildirmiştir. Ayrancı ve arkadaşları (2002), Eskişehir'de birinci basamak sağlık hizmeti veren kurumlarda yaptıkları araştırmada, katılımcı kadınların % 36.4'ünün fiziksel şiddetten yakındığını, % 71.4'ünün geçmişteki ya da şimdiki gebelik döneminde ruhsal/sözel, fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldığını saptamışlardır.

Toplumda yaygın olan aile içi şiddetten, psikiyatrik hastalar da paylarını fazlasıyla almaktadırlar. Akyüz ve arkadaşları (2002), Sivas ilinde psikiyatri polikliniğinde yapmış oldukları araştırmada eşinden fiziksel şiddet gören kadınların oranını % 57 bulmuşlardır. Evlilik çatışmasında en önemli mesele şiddet içeren ve içermeyen tiplerin ayrımıdır. Tıpkı depresyonda intihar (özkıyım) riskinin sorgulanması gibi, bu potansiyeli taşıyan evliliklerde şiddet boyutunun mutlaka sorgulanması gerektiğine işaret etmektedirler. Öte yandan, hastaların kaçındıkları bu temadan klinisyenin kaçınmaması ve bilgi sahibi olması sağaltım için özel önem taşır (Yüksel ve ark. 2000, Doğanavşargil ve Vahip 2003).

Aile içi şiddet kuşaktan kuşağa geçmekte ve yalnızca şiddet gören kişiyi değil, tanık olan kişilerin psikolojik durumlarını, özellikle çocukların psikososyal gelişimini etkilemektedir. Çocuklukta aile içi şiddete maruz kalanların ya da tanık olanların kendi yetişkinlik ailelerinde şiddeti daha yüksek oranda saptayan çalışmalar vardır. Türkiye'de kadın sığınma evlerinde yapılan bir çalışmada, şiddet gören kadınların tamamına yakınının çocukken de şiddet gördüğü ve sonradan kendi çocuklarını dövdüğü saptanmıştır (Yıldırım 1998). Çocukken şiddete maruz kalma ve tanık olma, psikiyatrik ve fiziksel morbidite nedeni olarak bildirilmiştir (Campbell 2002). Psikiyatrik hastalarla yapılan araştırmaların çoğunda ya neden sonuç ilişkisi aranmış ya da ağır şiddet olguları incelenmiştir. Kültürel etkenleri inceleyen çalışmalarda da yine çoğunlukla töre cinayeti gibi çok ağır şiddet ister istemez ön plana çıkmıştır. Gündelik psikiyatri pratiğinde karşımıza gelen ortalama kadın hastalar arasında aile içi fiziksel şiddetin profilini çıkarmak ihmal edilmiş bir konu gibi görünmektedir. Vahip ve Doğanavşargil'in çalışmasında (2006) yaşam boyu hiç şiddete maruz kalmamış hastalarımızın oranını yalnızca % 17 olarak saptanmıştır. Hastaların % 62'si evliliğinde, % 63'ü çocukluğunda en az bir kez fiziksel şiddetle karşılaştığını ve hastaların % 51'i kendi çocuğuna fiziksel şiddet uyguladığını bildirmiştir.

Kadın hastalarımız, toplumda yaygın bir sorun olan aile içi fiziksel şiddetten paylarını fazlasıyla almaktadırlar. Psikiyatri pratiğinde bunun gözden kaçıyor olması önemli bir eksikliktir ve psikiyatristlerin bu konudaki farkındalıklarının artırılması ve bilgi ve beceri düzeylerinin yükseltilmesi gerekmektedir. Aile içi şiddet münferit olgulardan oluşmaz. Tersine, münferit gibi karşımıza gelen olgular kuşaktan kuşağa aktarılan sistemin parçalarıdır.

Evliliğinde şiddet gören ve görmeyen kadın hastalar arasında eğitim durumu, meslek, ailenin gelir düzeyi, evlilik yaşı, evlenme biçimi, çocuk sayısı bakımından fark yoktur. Eğitimli-eğitimsiz, çalışan-çalışmayan, zengin-fakir kadın hastalarımızın birbirine yakın yüksek oranlarda eş şiddeti bildirmiş olmaları, eşler arasındaki şiddetin karanlıkta kalan bir boyutunu bize hatırlatması açısından önemlidir. Çalışmalarda şiddete maruz kalan kadınlara odaklanmakta ve şiddet gören kadınla ilgili çeşitli parametreler arasında ilişki aranmaktadır. Oysa şiddeti uygulayan eşler hakkında çok daha az bilgi sahibiyiz.

Evlilikte fiziksel şiddet görme ile ilişkili bulunan iki parametreden biri yaş, diğeri kaynana ile aynı evi paylaşmadır. Evlilik süresinin yaştan daha önemli bir yordayıcı olduğunu bildiren çalışmacılar da vardır (Kessler ve ark. 1997). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'nun Türkiye genelini kapsayan çalışmasında (1998) eş tarafından dövülmenin yaşa göre farklılık göstermediği bulunmuş, ancak 15-22 yaş arasında daha yüksek oranda saptanmıştır. Şiddet gören kadının yıllar içinde sindirildiğini ve ortama bir çeşit sağlıksız uyum sağladığını öne süren yazarlar vardır (Nadelson 1996). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1998) aile büyüdükçe şiddetin arttığını, özellikle kaynana ile anlaşmazlıklardan doğan sorunların geleneksel gelin-kaynana ikilemini yarattığını ve eşler arasında da çatışmaya yol açtığını bildirmiştir. Turan ve arkadaşları (2000) Konya ilinde bir araştırma yapmışlar ve geniş ailede yaşamayı aile içi şiddetle ilişkili bulmuşlardır. Volkan ve arkadaşlarının (2002) kalitatif araştırmasında da benzer sonuç elde edilmiştir. Vahip ve Doğanavşargil'in çalışmasında öne sürülebilecek bir başka nokta, en azından sürmekte olan evliliklerde, erken dönemde aile içi şiddetin varlığının çocuk sayısını etkilemediğidir. Bunun her kültürde böyle olup olmadığını söylemek güçtür.

Aile İçi Şiddete Tanık Olma

Çalışmalardan çıkan bir başka düşündürücü bulgu, saptanan eş fiziksel şiddetinin yarısında çocukların ana baba arasındaki şiddete tanık olduğunun, bunların yarısının ise şiddete fiilen müdahale ettiğinin bildirilmiş olmasıdır. Çocuklar doğrudan şiddete maruz kalmasalar bile, ana baba arasındaki şiddete tanık olmanın diğer çocukluk çağı travmaları ile benzer etkilere neden olduğu bildirilmiş ve kısa dönemde çocuklarda görülen bazı belirtiler olarak saldırganlıkta artış, edilgenlik, çekilme, somatik belirtiler, bunaltı ve intihar girişimi saptanmıştır (McDonald ve Jouriles 1991). Ayrıca şiddete tanık olan çocuklar, yardıma gereksinimi olan berelenmiş bir annenin ruhsal ve hatta birçok kez fiziksel bakımını üstlenmek zorunda kalırlar (Vahip 2002). Üstelik şiddet gördüğü için muhtemelen depresif olan annenin çökkünlük duygularını da içselleştireceklerdir. Kocasından dayak yiyen kadınlar, yemeyenlerle karşılaştırıldığında, çocuklarını daha fazla oranda dövmektedirler. Çocuk kötüye kullanımı ise üç temel soruna işaret etmektedir:

1) Eşinden ya da ana babasından şiddet gören kadınların annelik işlevlerinin ve çocuklarıyla ilişkilerinin bozulması,

2) Çocuğun şiddet görme riskinin artması,

3) Çocukların ana baba arasında şiddete tanık olmaları. Her üç durumun da erken ve geç psikososyal etkileri vardır.

Küçük çocuklar normal olarak, karanlık korkusu gibi sıradan sıkıntılarını bile, eğer iyi davranırlarsa gelecekte ödüllendirilecekleri şeklinde iyimser düşlemleriyle yatıştırırlar. Bu türden düşlemler, tehdit içeren durumlarda etkili bir biçimde iç rahatlatır. Kötüye kullanıma uğrayan çocuklar da benzer düzenekleri kullanırlar. Sevgi dolu ilişkileri ve gelecek mutlulukları hayal ederler. Ayrıca gerçeği çarpıtabilirler. Böylece bazı şeylerin olmadığına, fiziksel, duygusal ya da cinsel olarak kötüye kullananın güvendikleri anne ya da babaları değil, başka birisi olduğuna ya da olan bitenin o kadar da acı verici olmadığına kendilerini inandırabilirler. Çocuğun kötüye kullanılması erken yaşlarda olduğunda, örselenmenin kendisi ve ana baba ya da çocuktan sorumlu olan kişilerce yüzüstü bırakılma, kandırılma, ihanete uğrama nedeniyle, olağan koruyucu düşlemler daha katı ya da daha az kullanılabilir hale gelir (Janis 1958). Hatta benliğin olgunlaşma sürecinin bazı yönleri ketlenebilir. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi, çocuklukta benliğin normal olgunlaşma süreci düşlemler çevresinde gelişir. Kötüye kullanılma ise, bu sürecin bazı yönlerini ketleyebilir. Bu erken örseleyici yaşantılar, gelecekteki kötüye kullanılmaya verilecek yanıtı da şekillendirir. Saldırgan, çocuğun sessiz kalmasını ister ve çocuk da korkudan boyun eğer. Sonuç olarak, çocuğun psişik enerjisi burada tükenir ve olgunlaşma kesintiye uğrar.

Aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olan çocuklara sessiz, unutulmuş ya da görünmez kurbanlar adı verilmektedir (Edleson 1999). Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanılma kategorisi içinde düşünülmektedir. Doğrudan şiddete maruz kalmasalar da, bu çocuklar diğer kötüye kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı türden belirtileri göstermektedir(Stephens 1999). Annenin şiddet gördüğü durumlarda, çocuğun örselenmesi, annenin dövülmesi bittikten sonra da sürmektedir. Bu çocuklar, yardıma gereksinimi olan, yaralanmış, berelenmiş bir annenin bakımını üstlenmek zorunda kalmaktadırlar. Bu, yalnızca bir fiziksel bakım üstlenme durumu ya da şiddet gören annenin, yeterli annelik yeteneklerini kaybetmesinden dolayı ihmale uğrama ile sınırlı değildir. Çalışmalar göstermektedir ki, dayak yiyen kadınlarda psikiyatrik bozukluklar, en basitinden depresyon oranı yüksektir (Yüksel ve Kayır 1986). Çocuk, içinde bulunduğu ortamın havasındaki bu çökkünlük duygularını içselleştirecektir. Ayrıca çocuk tam olarak ne beklediğini bilemeden anneye yapışacak, çökkün bir anneyi kendi haline bırakıp da kendi yoluna gidemeyecek, suçluluk duyacaktır. Suçluluk duygusunun kaynaklarından biri, yeterli doyumu sağlamayarak çocuğu engelleyen anneye yönelik saldırganlıktır. Çocuğun, örselenmiş durumdaki anneye duyduğu saldırganlığı üstlenebilmesi çok zordur. Bu nedenle, çocuk yaşına ve gelişimine göre savunmalar aracılığıyla saldırganlığından kurtulmaya çalışacaktır. Ancak bunun bedeli büyüktür. Çünkü yaşam içinde, haklarımızı koruyabilmek, kendimizi ifade edebilmek, girişken olabilmek, bizim için önemli kişilerle eşit ilişkiler kurabilmek için hepimizin bir miktar sağlıklı saldırganlığa gereksinimimiz vardır. Oysa söz konusu çocuk, annesine annelik yapmak gereksinimi duyar. Rollerin değiştiği bu çarpık ilişki, özerkliği sınırlandıran sağlıksız bir ilişkidir. İçselleştirilen bu ilişki biçimi, gelecekteki kötüye kullanılma ilişkilerindeki bağımlılığın temellerinden birini oluşturacaktır.

Diğer taraftan her çocuk babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görmek ve o şekilde özdeşim yapmak gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi kaynağı değil; korku kaynağı, öfke kaynağı, tutarsız, güvenilmez biri haline gelir. Anneye destek olan değil, onu aşağılayan, hor gören biridir. Çocuk için bir diğer güçlük, şiddet uygulayan baba imgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan baba imgesi arasındaki değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür.

Yetişkinlikte Şiddet Görme

Diğer örseleyici yaşam olayları gibi, kötüye kullanımın da, her yaşa ve her bireye özgü uzun süreli yansımaları vardır ve bireyin ruhsal kaynaklarını zorlayan bir durumdur. Suçluluk, kendisinden öç alınacağı korkusu, ayrılma anksiyetesinin alevlenmesi ve narsisistik bütünlüğe tehdit, yetişkinlikte yaşanan şiddete verilen yanıtın psikolojik belirleyicilerinden bazılarıdır ve örselenmeye daha sonra verilen yanıtlara katkıda bulunurlar. Örselenmeden sonra sıklıkla görülen suçluluk duygusu, beklenmedik bilinçdışı saldırgan dürtülerin ortaya çıkmasıyla bağlantılı olabilir. Bu saldırgan dürtülerin harekete geçmesi ile özgüvende azalma arasında bir bağlantı olabilir. Özgüvenin korunması ya da kaybı, kişinin örselenmeye yanıtında önemli bir öğedir. Bilindiği gibi, özgüven, ruhsal süreçler ile başarı ya da başarısızlık olarak algılanan yaşam olayları arasındaki karmaşık ilişki tarafından belirlenir. Başarı ya da başarısızlık yargısı, bireyin içselleştirilmiş ego ideali hedefleri ve standartları ile ilgilidir (Jacobson 1975). Kişinin, bir örselenmeyle baş etme ya da edememe algısı, örselenmenin çözümünün gidişini değiştirebilir. Ayrıca özgüveni ve gelecekte örselenmelere yanıt verme yetisini etkileyebilir. Başarılı bir yanıt özgüveni arttırırken, etkisiz bir yanıt özgüveni zedeleyebilir (Nadelson 1996).

Öte yandan, bazı yetişkinler için, kendini suçlama ve özgüven eksikliği, güncel olarak içinde yaşamakta olduğu örseleyici durumdan ziyade, geçmişteki örselenmeden kaynaklanıyor olabilir. Bireyin nasıl davrandığından bağımsız olarak ortaya çıkan bazı tehditler, bilinçdışı olarak bazı çocukluk yaşantıları gibi algılanabilir. Giyim tarzından, yemeğin lezzetine kadar her türlü gerekçenin kadına yönelik şiddete yol açtığı ve kadının buna karşı çıkamadığı durumları buna örnek olarak göstermek olasıdır. Burada bir çeşit bilinçdışı zaman kayması söz konusudur. Şiddete uğrayan birey, kendisini, kötü davranışları yüzünden ana babası tarafından cezalandırılma tehdidi altındaki çocuk gibi hissetmektedir. Maruz kaldığı bu tehditler sonucunda, çocuk cezaya gerekçe hazırlamamak için, daha fazla kışkırtıcı davranışlarda bulunmamak üzere, kızgınlığını ve saldırganlığını kontrol etmeye çalışır. Yetişkinlik yaşamında, kötüye kullanıma hedef olan birey, benzer bir tepki gösterebilir. Ancak çoğu kez bu tepki uygunsuz olmakta ve kendini korumaya yetecek gücü olduğu halde, bireyin sinmesine ve durumu çaresizce kabullenmesine yol açmaktadır. Kötüye kullanılan kişiler sıklıkla şiddeti kışkırttıkları şeklinde ya da daha uygun veya optimal bir tepki göstermedikleri şeklinde suçlanırlar. Bu türden suçlamalar, özgüveni daha da zedeler ve gelecekteki tepki verme yetisini daha da bozar. Böylece gelecekteki örselenmeye yatkınlığı daha da artırır.

Aile içi şiddet çok boyutlu bir sorundur. Ayrıca aynı aile içinde farklı türlerde şiddetin bir arada yaşandığına dair veriler giderek birikmektedir (Edleson 1999). Eşe yönelik şiddeti, çocukların kötüye kullanılmasını, cinsel kötüye kullanılmayı bir bütün olarak ele almak önemlidir çünkü bir ailede bir türde şiddet yaşanıyorsa, genellikle bu diğer türlerde şiddetin de yaşandığına dair bir işaret olabilmektedir. Bu yönüyle de bakıldığında, aile içi şiddetin tanınıp önlenmesinin gelecek kuşakların ruh sağlığı açısından çok önemli olduğu ve bunun bir çeşit koruyucu ruh sağlığı hizmeti çerçevesinde düşünülmesi gerektiği söylenebilir.

HAZIRLAYAN; Dr. Sermin KESEBİR

KAYNAKLAR

Akyüz G, Kuğu N, Doğan O (2002) Bir psikiyatrik polikliniğe başvuran evli kadınlarda aile içi şiddet, evlilik sorunları, başvuru yakınması ve psikiyatrik tanı. Yeni Symposium, 40:41-48. Amerikan Psikiyatri Birliği (1994) Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) ( Çev. ed.: E Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1995. Ayrancı Ü, Günay Y, Ünlüoğlu İ (2002) Hamilelikte aile içi eş şiddeti: Birinci basamak sağlık kurumuna başvuran kadınlar arasında bir araştırma. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 3:75-87. Appleton W (1980) The battered woman syndrome. Ann of Emerg Med, 9:84-91. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1995) Aile içi şiddetin sebep ve sonuçları. Aile Araştırma Kurumu Yayınları. Ankara. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1998) Aile içinde ve toplumsal alanda şiddet.  Aile Araştırma Kurumu Yayınları. Ankara. Campbell JC (2002) Health consequences of intimate partner violence. Lancet, 359: 1331-1336. Coleman KH, Weinman ML, Hsi BP (1980) Factors affecting conjugal violence. Journal of Psychology, 105:197-202. Doğanavşargil Ö, Vahip I (2003) Terapötik işbirliği neden önemli? Psikiyatrik yakınması "olmayan" bir aile içi şiddet olgusu. Klinik Psikiyatri Dergisi, 6:165-169. 10.  Dünya Sağlık Örgütü (1992) ICD-10 Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırması. (Çev. ed.: MO Öztürk, B Uluğ, Çev.: F Çuhadaroğlu, İ Kaplan, G Özgen, MO Öztürk, M Rezaki, B Uluğ). Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayını, Ankara, 1993.

11.  Egeland B (1993) A history abuse is a risk factor for abusing the next generation. Current controversies on family violence?da, RJ Gelles, DR Loseke (eds) Sage, Newbury Park NJ, s.197-208.

12.  Erbek E, Eradamlar E, Beştepe E ve ark. (2004) Kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddet: üç grup evli çiftte karşılaştırmalı bir çalışma. Düşünen Adam. 17: 196-204.

13.  First MB, Spitzer RL, Gibbon M ve ark. (1997) Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders (SCID-I). Washington DC, American Psychiatric Press.

14.  First MB, Bell CC, Cuthbert B ve ark. (2002) A Research agenda for addressing crucial gaps in DSM. A Research agenda for DSM V?de, birinci baskı, Kupfer DJ, First MB, Reiger DA (eds), Washington DC, American Psychiatry Association, s. 157-179.

15.  Grisso JA, Schwarz DF, Hirschinger N (1999) Violent injuries among women in an urban area. N Engl J Med, 341: 1899-1905.

16.  Gülsen G, Kaya M, Pehlivan E (2000) Tıp Fakültesi öğrencilerinin ailelerinde kadına yönelik aile içi şiddetle ilgili bir araştırma. Toplum ve Hekim, 15: 391-397.

17.  Hamilton LR (1989) Variables Associated with Child Maltreatment and Implications for Prevention and Treatment. Child Abuse and Neglect: Theory, Research and Practice?da (ed. Pardeck JT) Gordon Breach Science Publishers, New York.

18.  Hemenway D, Solnick S, Carter J (1994) Child rearing violence. Child Abuse Negl, 18: 1011-1020.

19.  İçli TG, Öğün A, Özcan N (1995) Ailede kadına karşı şiddet ve kadın suçluluğu. TC Devlet Bakanlığı  Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları. Ankara.

20.  İlkkaracan P, Gülçür L, Arın C (1996) Sıcak Yuva Masalı. Aile içi şiddet ve Cinsel Taciz. Metis Yayınları s.27.

21.  Kaplan SJ, Pelcovitz D, Salzinger S ve ark. (1998) Adolescent physical abuse: risk for adolescent psychiatric disorders. Am J Psychiatry, 155: 954-959.

22.  Kaufman J, Zigler E (1987) Do abused childeren become abusive parents? Am J Orthopsychiatry, 57:186-192.

23.  Kessler RC, Davis CG, Kendler KS (1997) Childhood adversity and adult psychiatric disorder in the US National Comorbidity Survey. Psychol Med, 27:1101-1119.

24.  Krug EG, Dahlberg LL, Mercy JA ve ark. (2002) World report on violence and health. Geneva, World Health Organization.

25.  Kurçer MA, Güneş G, Genç M (1999) Malatya?da sosyoekonomik düzeyleri farklı iki ayrı bölgede evli kadınlara yönelik aile içi şiddet ve etkileyen faktörler. Sağlık ve Toplum, 34-37.

26.  Malinosky-Rummel R (1993) Longterm consequences of childhood physical abuse. Psychol Bull, 114:68-79.

27.  Martin SL, Moracco KE, Garro J ve ark. (2002) Domestic violence across generations: findings from Northern India. Int J Epidemiol, 31:560-72.

28.  McCauley J, Kern DE, Kolodner K ve ark. (1997)  Clinical characteristics of women with a history of childhood abuse: unhealed wounds. JAMA, 7:1362-8.

29.  McDonald R, Jouriles EN (1991) Marital aggression and child behaviour problems. Research findings, mechanisms, and intervention strategies. Behavior Therapist, 14:189-191.

30.  Nadelson CC (1996) Vulnerability and Response to Trauma in Women: Developmental Issues. Textbook of Psychoanalysis?de (eds. Nersessian E, Kopff R). APA Press, Wahington.

31.  Neugebauer R (2000) Research on intergenerational transmission of violence: the next generation. Lancet, 335: 1116-1117.

32.  Özkürkçügil A, Aydemir Ö, Yıldız M ve ark. (1999) DSM IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşmenin Türkçe?ye Uyarlanması ve Güvenilirlik Çalışması. İlaç ve Tedavi Dergisi, 12:233-236.

33.  Riggs D, Caulfield M, Street A (2000) Risk for domestic violence: Factors associated with perpetration and victimization. J Clin Psychol, 56:1289-1316.

34.  Simons RL, Whitbeck LB, Conger RD ve ark. (1991) Intergenerational transmission of harsh parenting. Dev Psychol, 29: 44-52.

35.  Tollestrup K, Sklar D, Floyd JF ve ark. (1999) Health indicators and intimate partner violence among women who are members of a managed care organization. Prev Med, 29: 431-440.

36.  Turan M, Özkan İ, Telcioğlu M ve ark. (2000) Kadınlarda ruhsal hastalık ortaya çıkışı ile şiddete maruz kalma arasındaki niteliksel ilişki. 3P Dergisi, 8:112-117.

37.  Vahip I (2002) Evdeki şiddet ve gelişimsel boyutu: Farklı bir açıdan bakış. Turk Psikiyatri Derg, 13:312-319.

38.  Volkan VD, Vahip I, Makhashvili N ve ark. (2002) IREX Internal Research and Exchanges Board Black and Capsian Sea Collaborative Research Program Fİnal Report. Gender issues and family violence: public awareness and service to victims. Center for the Study of Mind and Human Interaction University of Virginia.

39.  Wisner CL, Gilmer TP, Saltzman LE ve ark. (1999) Intimate partner violence against women: do victims cost health plans more? J Fam Pract, 48: 439-43.

40.  Yıldırım A (1998) Sıradan Şiddet. Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Toplumsal Kaynakları. Boyut Yayınları. 1. Baskı. İstanbul.

41.  Yıldırım İ (1996) Eşi dayak atan evli bireylerin özellikleri. 3P Dergisi, 4:108-115.

42.  Yüksel Ş, Kayır A (1986) Psikiyatriye başvuran ?örselenmiş kadının tanınması?. Düşünen Adam, 1:16-20.

43.  Yüksel Ş, Kora K, Özkan M ve ark. (2000) Aile içi şiddete maruz kalan kadınlarda yapılan grup psikoterapisi. Nöropsikiyatri Arşivi, 37:9-17.

44.  Zaidi LY, Knutson JF, Mehm JG (1989) Transgenerational patterns of abusive parenting: analog and clinical tests. Aggress Behav, 15:137-152.