Tarık Buğra Edebi Hayatı Ve Eserleri

I) EDEBİ HAYATI VE ESERLERİ
Tarık Buğra, 50’li yıllardan sonra önce hikayeci olarak sonra da önemli bir romancı olarak edebiyatımızdaki yerini aldı. 1918’de Akşehir’de doğdu. 25 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da öldü. İstanbul Üniversitesi, tıp, hukuk ve edebiyat fakültelerinde ikişer, üçer yıllık aralıklarla devam etti, ancak hiçbirini bitirmeden ayrıldı. Akşehir’de 1947’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesiyle, gazeteciliğe başladı. İstanbul’a yerleştikten sonra çeşitli gazetelerde göründü. Edebiyat Dünyasında, önce Çınaraltı Dergisinde yayımladığı hikayeleriyle tanınan Buğra, Oğlumuz adlı hikayesiyle Cumhuriyet Gazetesinin yarışmasında ikincilik kazandı (1948). Asıl şöhretini 1959’dan beri üzerinde çalıştığı üç ciltlik Küçük Ağa romanıyla sağladı. Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarını konu alan Osmancık romanı ile de 1985 Milli Kültür Vakfı armağanını kazandı.
Küçük Ağa Küçük Ağa Ankara’da İbişin Rüyası Firavun İmamı Dönemeçte Gençliğim Eyvah Yağmur

Beklerken Yalnızlar Osmancık Dünyanın En Pis Sokağı isimli romanları bulunan yazarın Hikayeler Gençlik Türküsü Ayakta Durmak İstiyorum Akümülatörlü Radyo” gibi eserleri de vardır.
Çok sayıda eser veren Tarık Buğra’nın bu çalışmamızda “Yağmur Beklerken” romanını ele aldık.

II ) YAĞMUR BEKLERKEN
A )Konusu
Tarık Buğra, “ Yağmur Beklerken” de Cumhuriyet Tarihinin belli bir döneminde yaşanan olayların, toplum üzerindeki etkilerini çeşitli boyutlarıyla ele alır. Bu nedenle “Yağmur Beklerken” politik çağ romanları sınıfında değerlendirilir.

Yazar, bu romanında 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkasının ortaya çıkışını ve Anadolu’da yaşayan kasaba insanının hem bu fırkaya katılıp propagandasını yapmalarını, hem de yaşanan kuraklıkla mücadelesini edebi eser hüviyetinde anlatmaya çalışır.

B )Olay örgüsü
Yağmur Beklerken” romanı 10 bölümden oluşmuştur. Her bölümün başlığı farklıdır.
Romanın olay örgüsü (Bir Açılış Töreni) bir parkın açılışının yapılması için halkın, törenden yarım saat önce bir araya toplanmasıyla başlar.
TÖREN 17.30 da, hükümet daireleri kapandıktan yarım saat sonra başlayacaktır. Ama Belediye çavuşu, yanında jandarma onbaşısı, çarşıyı ve arostaları dolaşmış, esnafa kepengi kapattırmıştır. Bu yüzden de kaymakamlığın sol ilerisindeki küçük alanda daha şimdiden birkaç yüz kişilik bir kalabalık birikmiştir.

Mumcu Rıza Efendi yelek cebinden çıkardığı saatine bakıyor; ezana göre ayarlanan çift kapaklı gümüş Serkisof’u kafasında çabucak alafranga’ya çeviriyor ve yanındaki Avukat Rahmi’ye mırıldanıyor:
Yirmi dakke daha dinelecek millet. (S.7)

Bir Açılış Töreni :
Bu bölümde Yazar, bir kasabadaki parkın açılışında devlet adamlarını ve kasaba halkını bir araya getirir. Romanın baş kahramanı olan Rahmi’nin ve ailesinin hem hali hazır içindeki durumlarını anlatır hem de geçmiş hayatları hakkında geriye dönüşlerle bilgi verir.

Bir Başka Açılış :
Parkın açılışından bir ay kadar zaman geçmiştir. Halk ve devlet adamları parka uğrar, arada bir oturup konuşurlar sohbet ederler. Serbest fırka’nın kurulması için çeşitli konuşmalar, toplantılar yapılır. Aynı zamanda kasabadaki kuraklık gitttikçe artmakta tarlalardaki, bahçelerdeki sebzeler, pancarlar kurumak üzeredir. Avukat Rahmi bir çözüm yolu bulur. Ankara’dan pompa (su motoru) getirir. Kuyu kazdırıp bu teknolojik alet ile mahsullerini satmaya başlar.

Tavuğuna mı kışt dedik len oğlum
Yağmur hala yağmaz. İnsanların morali bozulur. Herkesin sinirleri gerilmiş durumdadır. Acaba bu gerginlik kuraktan mı yoksa Serbest Fırka’yı kurma düşüncesinden mi kaynaklanıyor? Arkadaş arkadaşa selam vermez, akraba akrabasıyla konuşmaz daha neler... Acaba Rahmi Fırka’yı kursa iyi olur mu? Fırkayı kurmasa, karışmasa "küçük aşım ağrısız başım”(s.74) dese. Hayır. Olmaz, olamaz; istemesede girecek. “... Velhasıl, hiç istemeden, herkes siyasitçi olacak ... çoğumuz, yüzüne, gözüne bulaştıra bulaştıra.”(s.75)

Yerle Gök Arasında:
Yağmur yağmayınca, insanlar son care olarak, son ümit olarak ellerini açarak; gücüne, kuvvetine inandıkları Tanrı’ya yalvarmaya başlarlar. Çok geçmeden “Kudret Topu” (s.82) patlar ve kasabaya bereket yağar. Herkese eşit olarak yağar. Belediye Reisi’nin yaptığı gibi değil. Belediye Reisi, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan olduğu için kendi adamlarının çayın, ırmağın suyunu haksız şekilde kullanmalarını görmezlikten gelir. Hatta onlara laf getirtmez. Deli Yakup’ta tepkisini “-Sal sinci çayın suyunu İreyis bey ananın apış arasına!”(s.83) diyerek dile getirir.

Artık yağmur yağmış, halk mutluluğa kavuşmuştur. Tabi ki bununla yetinilmez.. Belediye Reisi’nin yaptıklarına karşılık onu devirmek için çekişmeler devam eder. Serbest Fırkacılar çoğalır. Kasabada gruplaşmalar hız kazanır.

Başka Bulutlar :
Kasabada dolaşan sadece gökyüzündeki bulutlar değildir. Başka bulutlar da vardır. İnsanlar bulutlardan rahmet, bereket, iyilik, lütuf beklerler. Avukat Kenan Bey de Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı bu bulutlara benzetir. Serbest Fırka’da insanların iyiliği, refahı için kurulacaktır. Bu düşüncesini Rahmi’ye şu:
Rahmi diye başladı; yağmurun ne demek olduğunu üç beş maaşlı ile beş on haytadan başka, herkes biliyor. Yağmurun nasıl beklenmediğini de. Dua boyunca hep bunu düşündüm. Ve, düşündüm ki, insanların ve cemiyetin duasını bilmedikleri, çünkü ne olduğunu bilemedikleri bekleyişleri.. Şöyle söyleyeyim.. İdrak edemedikleri ihtiyaçları da vardır. Halk onları ancak toprağın yağmur bekleyişi gibi bekler: Dilsiz, kelimesi, aksülümensiz

Pancarların için pompa getirdin. Ne güzel. Başkalarına da verdin. Bu ondan da güzel. Ben de aynı şeyi yapmak istiyorum. Aynı şeyi yapalım diyorum.. buna mecburuz diyorum. Hakikaten büyüksek, aklımızla, bilgimizle övünüyorsak, kendimizi okumamışlardan üstün sayıyorsak.. pompa getirmekten hiç bir farkı olmayan bu rehberlik vazifesini yapmak mecburiyetindeyiz diyorum.” ( s. 102 ) Satırlarla anlatır.

Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri :
Avukat Rahmi Bey Serbest Fırka’yı başta sakıncalı durur, uzak durmayı tercih eder. Ancak meslektaşı Kenan Bey ile karşı karşıya konuştukça içindeki ses öne çıkar. İstemediği halde bu fırkanın, davanın savunucusu oluverir. Kenan Bey’in de vasiyetiyle Serbest Fırka’nın kuruculuğunu üstlenir. Artık kendini tamamen siyasete vermeye başlar.
İnsana Bir de Düşman Lazım :

Milli Mücadele yıllarında düşman bellidir. Yabancı ülkeler ve komşulardır. Cumhuriyet kurulduktan sonra sınırlar dışındaki düşmanlar azalır fakat, insanlar bunca kendi yakınlarına, kapı komşularına, karşı düşmanlık duymaya başlarlar. Önceleri bu düşmanlık sessizlik içindedir. Serbest Fırka ile daha da açığa çıkmaya başlar. İnsanın her zaman bir düşmanı, rakibi vardır. Dolayısıyla ne zaman ve ne şartlarla olursa olsun, kişi istemese de bir düşman mutlaka karşısına çıkar. Rakibi olur. Bu böyle bilinir. Elbette Rahmi’nin de rakipleri çıkar; düşmanları çoğalır. En başta C.H.F.’den Müfettiş Hilmi Bey gelir.
Al bakalım bacanağnı.. Koca dayını al. Al da bi düşün. Deyreğim şu: Adam dediğne bi de düşman lazım. Hem de pek lazım, şiddetle lazım, Moskof’u, Bulgar’ı çoktan unuttuyduk, Yunan’ı da unuttuk; Tek tek düşmanlar bulur olduyduk gaari. Emme, ı’ıh.. pek tadı yok onun. Ayıplanır da sonra; açığa vuramazsın. Fırka işi kolaylaştırıverdi.” ( s. 151 )

Rahmi’nin fırka işine girmesini, bütün düşmanlarına rağmen emmisi Rıza Efendi onaylayınca artık Rahmi Bey kendini iyice kaptırır ve ailesine, evine bile zaman ayıramaz olur.

Bir Avuç Toprağa Bunca Kıyl ü Kaal :
Bir gün Rahmi Bey ağabeysi olarak gördüğü, davasının fikir babası saydığı Avukat Kenan Bey’in ölüm haberini alır, İstanbul’a gider. İstanbul’da üç gün kalır ama bu üç gün içinde Kenan Bey hakkında o kadar çok şey konuşulur, söz söylenir ki Rahmi Bey şaşırıp kalır. Çoğu zaman bu konuşmaların ucu Rahmi Bey’e dayanır. Kenan Bey’in yerini onun dolduracağı düşüncesiyle Ankara’dan teklifler vardır. Naki Bey ile Hilmi Bey’in söyledikleri, Rahmi’yi iyice düşünmeye sevk eder. Kasabaya döndükten sonra fırkanın başına geçer ve Belediye seçimleri için çalışmalarına hız verir: Ne yapıp edip kazanmalıyım; çünkü kazanabilirim” (s. 181 ) der.

Dağı Dağa Kavuşturan :
Serbest Fırka kuruldu kurulalı taraftarı gittikçe artar. Yeni devletin düzenini, sistemini, İnkılaplarını içine sindiremeyen de, akıllıca düşünen de düşünmeyen de bu partinin içine gire, propagandasını yapar. Sadece bu Ankara ile veya belli bir semtle, kasabayla kalsa iyidir. Ama bu öyle bir hal alır ki, Rahmi Bey akıl erdirmekte güçlük çeker. Birbirini hiç tanımayanlar, görmeyenler bir olur, akılları erdikçe ileri-geri konuşmaya başlarlar.
İkinci Fırka’nın özeti: galiba, bu idi ve bütün bunlara Rahmi Bey çevresinde olup bitenleri gazete haberleri ve parti genelgeleri ile birleştirince anlıyordu ki, bütün Türkiye’yi sarmıştır; Kadifekale’yi, Ağrı ile Torosları, Caniklerle Sultan Dağları’ın Süphan Dağlarıyla kavuşturmuş; birbirlerinin adını işitmemiş kentleri kasabaları ve birbirlerinin yüzünü görmemiş ve görmeyecek olan insanları bir etmiş ve birbirine benzetmiştir; derya dev dalgalarla çalkalanmaktadır. Aklı eren herkesin bir Nuh olması gerekmektedir. Rüstemler için de!” ( s. 189 )
Rahmi bunları önlemek isteyince ona karşı tavırları değişiverir. Sen bizden misin yoksa onlardan mısın? derler. Rahmi iyiden iyiye korkmaya başlar. “Yörede bir takım küçük patlamalar olabilir, ama bu küçük şeyler, uzaklardaki, çok uzaklardaki benzerleriyle birleşerek yani Ankara’da, İstanbul’da birleştirilerek-akla, hayale gelmeyecek kadar büyük sonuçlara sebep olabilirdi.” ( s. 189 ) endişesi giderek artar.

İki parti arasındaki çekişmeler gittikçe artar. Belediye seçimleri için çeşitli oyunlar oynanır. Bunlar da çatışmalara, kavgalara sebep olmaktadır.” On gün sürecek seçimler başlamıştı. Ve bu kopyeler, aynı huşumetle,-hoşgörüden nâmütenâhi uzak-suçlayan, söven sayan, düşman ilan eden, kin duyan ve kin körükleyen bu insanlar, şimdi havayı gerginleştikçe gerginleştiriyor, kavgalara, çatışmalara sebep oluyordu.” ( s. 193 )
Ve bu gerginlik o dereceye tırmanır ki: “Kavgalardan, çatışmalardan beteri.. bir taraf komünist, öte taraf din düşmanı; bir taraf satılmış, öte taraf insan beyni ve kalbiyle beslenen canavar! Böylece, iki taraf için de tek kurtuluş yolu karşı tarafın ezilmesi.. yok edilmesi!”
( s. 193 ) ne varır.

Seçimlerde yaşana olaylarda Kaymakam ve Belediye Reisi’ni Rahmi kurtarır. Ama onlar Serbest Fırka taraftarlarını anarşistlikle suçlamaktadırlar. Neyse ki olaylar Rahmi Bey sayesinde yatıştırılır ve kasaba halkı oylarını sakin bir şekilde kullanır. Sonunda da Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan Gülbeyazlar’ın Mahmut belediye seçimini kazanır.
Serbest Fırkacılar birbirine küser, selam vermez olur. Hele Rahmi Bey tek suçlu gibi görülür. Ama o böyle düşünmemektedir. Bir kere kazanamamıştır. Artık zamanı ve sırası geçmiştir. Siyasetle uğraşıp zamanını boşa geçirmek istemez, ailesiyle yaşamaya, evinin işleriyle uğraşmaya karar verir.

Irmaklar Yokuş Yukarı Akmıyor
Kasaba halkı mahsullerini kuraklıktan kurtarır ama hasat zamanı bir başka güçlükle karşılaşır. Âfat... Nitekim çok geçmeden istenmeyen olur. Gök gürler, yağmur yağar. Dolu buğdayları mahveder.

Yağsın diye yalvarın yağmaz, yağmasın Allah’ım deye el açan, bu sefer de böyle yağar. Nedir bu ümmet-i Muhammed’in çektiği!” ( s. 213 )

Daha ne yağmurlar –ve nasıl beklenecek, ne dokular; “Yağmasın güzel Allah’ım” diye dua edilirken yağacaktı!” ( s. 216 )
Bütün bunlar yaşanırken Rahmi’yi ayrı bir dert sarar. Onu Mebus olarak Ankara’ya çağırırlar. Ama o kararını vermiştir: “ – İki karar var mı ki, birini seçeyim be emmi? – Neyimiz eksik çok şükür” ( s. 219 ) deyip eski hayatını, yaşamını sürdürmeye devam eder. Çünkü böyle daha mutludur.

Azıcık aşım ağrısız başım
Kısacası roman bir ana çatışma üzerine kurulmuştur. Bu ana çatışma Cumhuriyet Halk Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası arasındaki çatışmadır. Bu çatışma kasabada yaşayan iki köklü aileyi; Mumcular ile Gülbeyazlar ailesini karşı karşıya getirir. Bu da ayrı bir çatışmayı oluşturur. Ve sonunda da Serbest Fırkacılar kaybeder.
Tabi ki yazar romanını kuruluktan kurtarmak için araya tabiat olaylarını da katmıştır. Ana çatışmaya paralel olarak bu hadiseleri de romanın olay örgüsüne yerleştirir. Çünkü burada bir tabiat olayı olan yağmur, sembolik bir anlam taşır. Halkın yağmuru bekleyişi ile çok partili demokrasi hayatının özlemi birbiriyle örtüşür. Yağmur yağar, mahsuller canlanır; Serbest Fırka kurulur. Yağmur yağar, âfat oluşur; Serbest Fırka dağılır.

C)Bakış Açısı / Anlatıcısı
Romandaki olaylar hakim bakış açısıyla anlatılmıştır. Yani üçüncü kişini ağzıyla anlatılmıştır. Olaylara onun gözüyle bakılır. Kahramanların, şahısların düşüncelerini, fikirlerini biraz taraflı da olsa anlatmaya çalışır. Bu anlatıcı aynı zamanda yazarın bakışını da yansıtır. *Üçüncü tekil anlatım biçiminde ilerleyen romanın anlatıcısı, herhalde, yazarın en çok özdeştiği kişidir. Eserin demokrasiden bıkılmış bir dönemde ( 1980 öncesi ) kaleme alındığını gösteren belirtiler oldukça çok.*
Dolayısıyla anlatıcının düşünceleri, tutumları, tavırları ile yazarın düşünce, tavır ve tutumları paralellik arz eder. Yazar söylemek istediğini, anlatmak istediğini hakim anlatıcıya anlattırır, söylettirir.

1 Gürsel Aytaç, “Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler”, Gündoğan Yay., 1990, Ankara, s. 277
D)Zaman
Romanda anlatılanların, zaman süresini belirleyen tarihler kesin olarak verilmiyor. Yalnız birinci bölümde Rıza Efendi’nin “öyle ya, Cumhuriyet neredeyse yedinci yaşını tamamlayacak da, herifler avukatlarını hala sakınır... / toplumdan”( s. 17 ) sözünden olayların 1930’lu yılları kapsadığını çıkarabiliriz. Bu yanı zamanda Serbest Fırka’nın kuruluş zamanını oluşturur.
Takrir-i Sükun kanunu öncesinde Başvekillik görevinden ayrılmak zorunda kalmış olan Fethi Bey, 1930 yılının Ağustos ayında Paris Büyükelçiliği görevinden izinli olarak yurda döndüğünde, Mustafa Kemal Paşa’nın talep ve talimatı üzerine bir muhalefet partisi kurmak üzere girişimlerde bulunmaya başladı Serbest Cumhuriyet Fırkası ( SCF ) 12 Ağustos 1930 tarihinde kuruldu

Ancak birinci bölümde Rahmi’nin rakı sofrasını hazırlayan çoluk çocuğun bahçeden kopardıkları domates, biber, kayısı, kirazları soğusunlar diye saldıkları kuyudan çektik”lerinden anlıyoruz ki kayısı-kiraz zamanıdır. Haziran gibi. Son bölümdeki “bahçe kuruldu kurulalı, hiç bir güz böyle perişan olmamıştı.” sözleri, anlatılanların bir yaz mevsimini kapsadığı sonucuna vardırıyor. Üç-dört ayla sınırlanan dış zaman çerçevesi, geriye dönüşlerle Rahmi’nin ilk çocukluk yıllarına kadar uzanır.*
Yağmur Beklerken’deki zaman dokusu, şimdi ile geçmiş ( gelecek ) katmanları arasında gidiş gelişler anlatıcını olimpik konumdan yakın sınırlı bakış konumuna ardı ardına geçişleriyle gerçekleştirilir.

E) Mekan
Romanda olayların geçtiği yer bir kasabadır. Ancak kasabanın herhangi bir ismi belirtilmemiştir. Bu kasaba Anadolu’nun herhangi bir kasabası olabilir. Yazar bunu bilerek gerçekleştirmiştir. Çünkü işlenen konunu Türkiye’nin genel bir sorunudur. Anadolu’nun 1930’lardan önce bir çok semtinde, kasabasında demokrasiden bahsetmek olanaksızdır. 1930’da S.C.F.’nın kurulması Anadolu’da geniş yankılar uyandırır. Dolayısıyla romandaki olaylar herhangi bir Anadolu kasabasında yaşanan veya yaşanması mümkün olan olaylardır.

Romana hakim olan mekan kasabadır. Olaylar daha çok dışa dönük mekanlarda gelişir. Bunun yanında iç mekanlar da vardır. Örneğin Rahmi’nin evi, Rıza Efendi’nin evi vs.
Şunu da belirtmek gerekir ki, “Bir Avuç Toprağa Bunca Kıyl-ü Kaal” bölümünde mekan İstanbul’dur. Kısa da olsa İstanbul romana girmiş olur.

Yazar romanında mekan üzerinde yoğun olarak durmaz. O daha çok şahıslar, kahramanlar üzerinde durur. Onların konuşmalarına, hal ve hareketlerine önem verir. Mekanın ağırlık kazandığı yerler ise daha çok kuraklığın afâtın etkili olduğu yerlerdir. Yani bağ, bahçe, tarla vs. bir de kasabadaki parkın üzerinde geniş olarak durulduğu görülür.

F)Şahıs Kadrosu
Romanın şahıs kadrosunu iki grupta değerlendirmek mümkündür.

A)Serbest Fırkacılar : Avukat Kenan Bey, Avukat Rahmi Bey, Hacı Rüstem, Süleyman, Rıza Efendi, Altıntaş, Kâmil, Kâşim, Nâki Bey, Nalbant Mustafa.
B)Halk Fırkacılar : Müfettiş Hilmi Bey, Belediye Reisi Mahmut, Sâmi Öğretmen, Rahmi’nin Kocadayısı, Âsım Bey.
Aile Bazında Değerlendirirsek

A)Mumcu Ailesi : Rıza Efendi, Süleyman, Rahmi’nin Kocadayısı, Rahmi ve ailesi, Güldane Hanım, Serdar Müberrer )
B)Gülbayazlar Ailesi : Âsım Bey, Belediye Reisi Mahmut.

Romanın asıl kahramanı Rahmi’dir. Rahmi küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmiştir. Amcası Rıza Efendi’nin de yardımıyla, Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, pek de sevmediği avukatlığı meslek edinmiştir. Evlenmiş, yuva kurmuş, çoluk çocuk sahibi olmuştur. Ama zaman onu hiç de düşünmediği yerlere götürmüş, siyasete sokmuş, S.C.F. kurucusu, savunucusu olmuştur. Bütün bunlar onu mutsuzluğa iter. Oysa o eviyle, tarlasıyla, bahçesiyle meşgul olmayı daha çok sever. O şiddeti, kavgayı, gürültüyü sevmez. Olaylara hep iyi tarafından bakmayı düşünür. Hiç bir şeye de tek taraflı bakmaz.

Karşı güç olarak Hilmi Bey romanda önemli yer tutar. Müfettiş Hilmi Bey, C.H.F.’dan olup, Rahmi Bey’i kendi davasının yanında görmek ister. Onu susturmaya çalışır.

Rıza Efendi bilge kişiliğiyle öne çıkar. Rahmi’ye akıl veren, yol gösteren o olur. Gün görmüş, ermiş bir tiptir. Rahmi ona hiç benzemese de, onu sever, sayar.
Sâmi Öğretmen ile Rahmi’nin Kocadayısı karşı grupta yer alırlar. Rahmi’yi sevmezler. Onun Fırka’nın başına geçmesini içlerine sindirmezler.
Güldane Hanım, Rahmi’nin eşi olup, onu en iyi anlayan biridir. Rahmi’nin işlerine akıl erdiremese de onu devamlı destekler.

cC)Dil ve Üslup
Tarık Buğra, romanında canlılığı yansıtabilmek için hakim anlatıcıyı İstanbul Türkçesiyle konuşturur iken, diğer kahramanlarını kendi şiveleriyle konuşturur. Burada dikkati çeken Rahmi’nin resmi yerlerdeki şivesi ile evdeki, sokaktaki şivesinin farklı olmasıdır.
Tabi ki bunlar da romana ayrı bir hava katar. Olaylar tarihi kuruluğa düşmeden canlı, akıcı bir dille anlatılır.
Şunu belirtmek gerekir ki, yazarın Serbest Fırka’yı tuttuğu, S.F taraftarı olduğu sezilir. Serbest Fırkacılar okuyucuya daha yakındır. Halkçılar ise silik kalır, daha çok onların olumsuz yönleri ele alınır.

H) Sonuç
Sonuç itibariyle Yağmur Beklerken romanı Tarık Buğra’nın 1980 öncesi yıllarda yaşanan toplum ve siyasi hayattaki olumsuzlukların 1930’lu yıllarda da yaşandığını ve o dönemi ele alıp edebi eser seviyesinde işlenmiştir.
Yağmur Beklerken” genelde Türkiye’de siyasal örgütlenmelerin ve demokrasi hayatının ilk basamağında yaşanmış ilkellikleri güler yüzlü bir eleştiri ışığı altında sergilerken, okuyucuyu dolaylı yoldan demokrasimizin daha sonralarını da düşünmeye ve o ilkelliklerden pek uzaklaşılmış sayılıp sayılmayacağını tartmaya itebilmektedir

BİBLİYOGRAFYA
Mehmet Nuri Yardım, Romancılar Konuşuyor Koknüs Yay İstanbul 2000
Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler Gündoğan Yay 1990, Ankara.