Işımalar Ve İnsan Biyolojisi

Büyük bilginler içerisinde telakki ettiğim madam Curie ve eşi yapmış oldukları çalışmalar neticesinde Radyum elementinin değişik enerji düzlemlerinde ışımalar yaptığını tespit etmişlerdir. Marie Curie ve eşi, fizik bilimine büyük katkılar sağlayacak çalışmalar içerisinde bulunmuşlar, ancak kendi sağlıklarının bozulacağını düşünememişlerdir. Radyasyon kelimesinin kanser ve dejenere olmuş hücre kelimeleri ile eşlendiğini o yıllarda tespit edememiş olan bilim tarihi, bu iki büyük bilginin zararlar görmesini önleyememiştir. Ancak bu iki bilginin yapmış oldukları çalışmaların meyvaları daha sonraki yıllarda toplanmış ve bu gelişmeler esnasında tıp bilimi de bu tip radyasyon yayan maddelerin dejenere olmuş hücrelere ve neticede kansere yol açtığını tespit etmesi uzun sürmemiştir.

Normal olarak, radyoaktif elementler adı verilen ve temel özellik olarak kütle nosunun atom nosundan iki kat veya daha fazla olması ile karakterize edilen bu kararsız maddelere örnek olarak; Uranyum, Toryum, Plutonyum verilebilinir. Bu maddeler, belli bir yarılanma ömrü olup, neredeyse her saniye radyasyon yayan elementler grubu içerisinde yer almaktadır. Bana diyebilirsiniz ki, milyonlarca ve hatta milyarlarca yıl olan yarılanma ömürlerine sahip bu maddeler nasıl oluyorda bu kadar kısa zaman dilimlerinde ışımalar yapabilmekte? Sizin düşünceniz doğru, ama eksik bir düşünce şeklidir…15 milyar yıl olduğu yahmin edilen Dünya yaşı, bizlere olayın ince yönünü ifade etmek için yeterlidir. Big-bang ile oluşan evren düzleminde yerini alan Dünya gezegeninde, radyoaktif maddelerde yavaş yavaş yarılanma ömürlerini tamamlamaya başlamış ve bugün hangi tipini elinize alırsanız alın, sizi tehdit eden ışın demeti halinde olduğunu bilginler ifade edecektir. Hakeza, bu yarılanma ömrü nedeniyle Dünya’nın soğumasını bile önleyen bu maddeler, hem dengeyi ve hem de dengesizliği beraberinde getirmektedir. Evet, yanlış demedim… Dünya’nın kabuğu üzerinde bulunan bu maddeler, yarılanma ömürlerini tamamladıkça, Dünya’nın kabuğunu ısıtarak soğumasını önlemektedir. Ama aynı zamanda birer tehdit unsuru gibi hareket eden bu maddeler, yarılanma ömrünü tamamladıkça etrafa insan için en tehlikeli ışınları salarlar. Bunlar içerisinde, yüksüz olan tanecikler olan nötronlar ise en tehlikeli ışınlar olarak ele alınabilir. Girişimi yüksek olan bu ışımalar, kontrolün sağlandığı nükleer santraller sayesinde enerji dönüşümüne uğramakta ve elektrik enerjisine çevrilmektedir. Ama Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan birer megatonluk (bin ton) atom bombası örneğinde olduğu gibi büyük tahriplere de neden olabilmektedir. Peki, bu atom bombalarının patlama prensibi ve tahrip gücü nereden gelmektedir? Bu soruyu bugün sormasanız bile geçmişte soranlarınız olmuştur. Kısaca amaç, yarılanma ömrü milyarlarca yıl olan bu maddelerin yarılanma ömrünü kısaltıp yüksek ışıma ve ısı etkisi neticesi ile insanları tahrip etmektir. Burada kullanılan yarılanma ömür kısaltma etkeni olarak hızı arttırılmış nötronlar kullanılmaktadır. Kristalize edilerek zenginleştirilen radyoaktif madde, hızlandırılmış nötronlar ile bombardıman edilmekte ve sonuçta her bir atomdan iki farklı atom, enerji ve nötronlar yayılmaktadır. Japonya’ya atılan bombaların neticesinde bugün bile doğan çocuklar kanser ile uğraşmakta ve binlerce farklı tip dejenere olmuş hücreler ile beraber, sağlığını kaybetmiş bir toplum meydana getirilmiştir. Bitkilerin yapılarının bile bozulduğu bu kentler, o günleri unutmamak için yıllık törenler ile o günlere lanetler okumaktadır. Ama işin ilginç tarafı, atom bombası olarak adlandırılan bu tahribat faktörü, bu günkü yapılan bombaların yanında oyuncak gibi kalmaktadır. Atom bombasında asıl tahrip kızıl ötesi dalgalar ile olmakta, günümüzde yapılan nötron bombalarında ise tahrip tamamen canlıları yok etme temelli olmaktadır. Kızıl ötesi ışınlar ile hem canlılar ve hem de cansızlar yok edilirken, nötron bombalarından elde edilen nötrinolar ile sadece canlılar hedeflenmektedir.

20. yy içerisinde ilk yarıda fark edilemeyen yıldızlar ve enerji şekilleri, radyo teleskoplarının keşfi sonucu büyük oranda aydınlatılmıştır. Bizim yıldızımız olan Güneş ise en büyük araştırma modelini oluşturmuştur. Özellikle son yıllarda yaşanan ozon tabakasının delinmesi sonucu Dünyamıza ulaşan mor ötesi ışınlar, olayın boyutlarını bize haber vermiştir. Güneşten gelen tek tip dalgaların görünen dalgalar olmadığı ve bunun yanı sıra gözle görülemeyen kızıl ötesi dalgalar ve mor ötesi dalgalarında yer aldığı ifadesi, kloro-floro-karbon gazlarının ozon tabakasını deldiğinin tespiti ile daha büyük önem arz etmiştir. Çünkü gelen ışınların başta cilt kanserine ve yanıklar ile beraber oluşan hasarlı hücrelere neden oldukları tespit edilmiştir. Bu ışınların yüzyıllar boyu Güneşten geldiği, ancak ozon tabakasının delinmesinin kısa bir zaman diliminde gerçekleştiği; daha önce Dünya’ya ulaşamayan bu dalgaların, ozon tabakasının delinmesi ile beraber Dünya’ya ulaştığı tespitler içerisinde yer almıştır.

İşin ilginç bir yönüde, güneşten gelen dalgalardan daha tehlikeli boyutları olan dalgaların, dev yıldızlardan, süpernovalardan ve nötron yıldızlarından geldiği de tespitler içerisindedir. Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Isaac Asimov, bu dalgaların insanın mutasyonlar yaşamasına ve netice itibarı ile de, kanser ve kısırlık başta bir çok defektlerin yaşanabileceğini belirtmiştir. Hakeza konunun devamı mahiyetinde açıklamaları destekler mahiyette ifade eden Carl Sagen’de, meraklarımız gidermektedir. Özellikle bu yıldızlardan gelen gama ışınlarının, insan sağlığı için büyük tehtid oluşturduğu, bütün uzmanlar tarafından da kabul görmektedir.

İnsanların kendi ürettiği ve insan sağlığı ile doğrudan ilişki kuran dalga tiplerine örnek olarakta ; radyo yayınlarını, televizyon yayınlarını, telsizleri ve cep telefonlarını verebiliriz. Gelişmiş ülkelerde radyo istasyonlarında çalışan kişilerin bir gün çalışırlarsa iki gün dinlendirildikleri bilinen gerçeklerden bir tanesidir. Bunun nedeni ise elektromanyetik spektrumda yer alan radyo dalgalarının özellikle kısırlık olmak üzere genetik bozukluklara neden olduğunun tespit edilmesidir. Gelişmiş ülkelerde pek fazla gelişme göstermeyen cep telefonu sistemlerininde özellikle beyin ve kulak sağlığı açısından tehlikeli boyutlara varan bir sistemler bütünü olduğu tespit edilmiştir. Tam olarak kafanın kulak kısmına yerleştirilen telefonlar, manyetik etkiden dolayı uykusuzluklara ve sinir deformelerine neden olmaktadır.

“Light Amplificationen Simulten Emilsionen Radionen” ifadesi ile ifade edilen ve açılmış şekli olarakta “uyarılma sonucu medya gelen şua” olarak tanımlanan “Laser” sistemleride bir ışıma boyutu olup, iyi kullanımı olduğu gibi insanı etkileyen tarzı ile de dikkat çekmektedir. Doğrudan ölümcül etkiye sahip olan ve bu nedenle de bir çok araştırmaya neden olan laserin yanı sıra, gözle görülemeyen ancak benzer özelliklere de sahip olan “maser” ide verebiliriz.

Konu bu kadar basit olmayıp, çalışmalar hem lehde ve hem de aleyhte olacak şekilde sürdürülmektedir. Önemli olan ise, insanların lehine çalışanların, aleyhine çalışanlardan fazla olmasıdır…

NOT:Bu makaleyi canım kızım Şerife Sena ŞAHİN’e ithaf ediyorum…